4.12.03

Hollanda'nın umudu... Türkiye'nin de.

Türkiye-Hollanda ilişkileri 400 yıl öncesine kadar uzanıyor. Lale soğanları Hollanda’ya Anadolu’dan gitmişti. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Türkiye’ye gelen ilk yabancı sermaye yatırımcıları da Hollandalıydı.

Türkiye-Hollanda ilişkileri 1960’lı yıllarda Türklerin bu ülkeye misafir işçi olarak gitmeye başlamalarıyla yeni bir aşamaya geldi. Bugün sayıları 300 bini aşan Türk toplumunda üçüncü kuşak 20’li yaşlara gelmiş durumda. Dünyada yeni pazarların keşfini, tarih boyunca en önemli stratejileri arasında bulunduran Hollanda için özellikle yeni kuşak Türkler özel bir anlam taşıyor.

Hem Hollanda eğitimi ile yetişmiş, hem de ailelerinden aldıkları Türk kültürüyle büyümüş bu gençler -ve tabii arkalarından gelecek yeni kuşaklar- bu ülke için başarı vaad eden bir kesim. Yükselen bir değer olan Orta Asya pazarlarında yapılacak yatırımlar için Hollanda’nın kaynakları şimdiden hazır görünüyor. Pek çok şirket, bu bölgeyle ticari ilişkiye girmeye hazırlanırken iki kültürü de çok iyi özümsemiş Türk gençlerinden yararlanmayı istiyor.

Görüşlerini bu sayfaya taşıdığımız Hollandalı Türk gençlerinin, kendilerinden beklenene yanıt verebilecek nitelikte bir özgüvene sahip oldukları görülüyor. Hemen hepsi Hollanda’da fırsatların herkese eşit oranda açık bulunduğunu ve meslek yaşamlarından umutlu olduklarını söylüyorlar; daha önemlisi, geleceklerinden korkmuyorlardı. Belki –gençlik sorumlularından birinin dediği gibi- içlerinde bir yerde “ikinci sınıf görülme” endişesi taşıdıklarınden, belki de orada doğdukları için bunu hiç hissetmediklerinden. Her ne olursa olsun, içinde yaşadıkları ülke kadar Türkiye’nin de umudu onlar. Bu gençlerin Türkiye’deki yaşıtlarıyla paylaşabileceği, büyütebileceği çok şey olsa gerek. Ve buradaki gençlerden alabilecekleri.

20.10.03

Can Özbilen, Hatice Bengisu, Burcu Günay

“Benim Dedem Misafir İşçiydi”

Bu başlığı taşıyan kompozisyon, yazarına, Almanya’da yaşayan Can Güzelbilen’e, ödül getirdi. Almanya çapında “Tarihte Göç” temasıyla gençler için açılan kompozisyon yarışmasına 1902 kişi eser gönderilmiş. Can Güzelbilen yarışmaya Bremen’den katılırken, ödül alabileceğini hiç tahmin etmemiş. Almanya Cumhurbaşkanı Johannes Rau, gençlere ödüllerinin verildiği törende, “Geçmişte yaşanan günlük hikayeler bugüne kadar yoğun şekilde ele alınmadı. Tarihin önem kazanması için, yaşam öykülerinin anlam kazanması lâzım.” dedi.

Bir başka ödül haberi Belçika’dan. “Uluslararası Genç Sanatçılar Yarışması”nda 2 Türk ressam, Hatice Bengisu ile Burcu Günay, başarı ödülüne lâyık görüldüler. Hatice ve Burcu, Türkiye’de yaşıyor. Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde biri öğretim görevlisi, diğeri ise yüksek lisans öğrencisi. Belçika’nın Mons kentindeki bir galeride düzenlenen yarışmaya “baskı” dalında katıldılar ve Dışişleri Bakanlığı’nın yazısıyla öğrendiler ki, ödül aldılar. Ve müjdeli haber bununla da sınırlı değil. Aynı zamanda eserlerinin Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir galeride de sergileneceği haberini de aldılar. Abant İzzet Baysal Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Hatice Bengisu “Türkiye’de sanatçıların özgüven sorunu var. Oysa bu aşılmalı ve uluslararası yarışmalara katılınmalı.” diyor. Yüksek lisans öğrencisi Burcu Günay ise “Kazandığım ödül, çalışma azmimi artırdı. Her şeyden önemlisi Türkiye ve okulum adına bu ödülü kazanmak çok güzel.” diye konuşuyor.

Çetin Kazak - Sofya

1980’li yılların başında, Todor Jivkov döneminde Türklerin isminin zorla değiştirilmesiyle, kâbus gibi bir dönem yaşanmıştı. Gelecek yıl NATO’ya, 2007’de Avrupa Birliği’ne girecek Bulgaristan şimdi bambaşka bir yolda. Asimilasyon yıllarında kurdukları Haklar ve Özgürlükler Partisi ile seslerini yükselten Bulgar yurttaşı Türkler, bugün parlamentoda da söz sahibiler.

Bunlardan biri, 31 yaşındaki Türk milletvekili Çetin Kazak. İki yıl Varna Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okuduktan sonra Fransa’ya giden Çetin Kazak, Dijon Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde beş yıl eğitim görmüş. Uluslararası hukuk ve Avrupa Birliği hukuku alanında master yaptıktan sonra Cumhurbaşkanlığı’nda, Başbakanlık’ta staj gören Kazak, Bulgar devletinin çeşitli makamlarında görevler yapmış başarılı bir Türk. 2001 yılından beri Haklar ve Özgürlükler Partisi’nin milletvekili olarak parlamentoda bulunan Çetin Kazak, Bulgaristan’daki Türklere ilişkin şunları söylüyor:

“Biz Türkler artık Bulgaristan’la eşit olduğumuzu, hatta bir takım konularda onlardan da iyi olduğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bunu da başarıyoruz. Örneğin bu hükümetin en başarılı bakanlarından biri, bizim partiden olan Tarım Bakanı Mehmet Dikme’dir.

Bu ülkede 8 milyon nüfusun yüzde 10’u Türk. 1989’daki göç olmasaydı bugün genel nüfus içinde Türklerin oranı yüzde 20 olacaktı. Partimizdeki dağılıma baktığımızda, 58 bin üyemizin 8 bini Bulgaristanlı. Genel Merkez’de de iki Bulgar yöneticimiz var. “

Saliha Emin - Sofya

Bulgaristan Tarım Bakanı Mehmet Dikme’nin mesai arkadaşı olarak çalışan 27 yaşındaki Saliha Emin aktif Türklerden. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra bir süre TRT Dış Yayınlar Dairesi’nde çalışan Saliha, 2001’de Bulgaristan’a, ailesinin yanına gitmiş ve Tarım Bakanlığı’nın parlamentoyla iletişiminden sorumlu olduğu bir göreve getirilmiş.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Leyla Tavşanoğlu ile yaptığı söyleşide “Ben Bulgaristan’ın geleceğinden umutluyum” diyor ve şöyle devam ediyor:

“Bu ülke, çok değil 13-14 yıl önce totaliter bir rejimden çıktı, demokrasiye geçti. Ama gerçek demokrasi bu kadar kısa zamanda yerleşmez. Hâlâ geçiş sürecindeyiz. Bir kere mantığın değişmesi gerekiyor. Bunu başardığımız anda çok yol almış olacağız. Bulgaristan Parlamentosu’nda 240 üye var. Bunun 62’si kadın. Bunun dışında bakan yardımcılıklarında, genel müdürlüklerde, genel sekreterliklerde çoğu genç, pek çok kadın bulunuyor. Bana kadın-erkek eşitliği konusunu çözdük gibi geliyor. Burada kadınlar çalışmaya daha yatkın. Çok etkili işlerde çalışıyorlar. Yani kısacası, Bulgaristan’ı kadınlar yönetiyor.”

Saliha Emin, toplum hayatındaki kadın-erkek ilişkileri için de şunları söylüyor:

“Bulgaristan’da cinsler arasında ayrımcılık ve kadına baskı, daha çok kırsal alanda var. Bu sorunun üstesinden tamamen gelebilmiş değiliz. Aile içi şiddetten kaynaklanan sorunlar hâlâ sürüyor. Her şey bence ekonomiye bağlı. Bu sorunların yoksulluktan kaynaklandığını düşünüyorum.”

Bulgaristan’ın gündeminde iki önemli konu var: Yolsuzluk ve uyuşturucu madde kaçakçılığı. Özellikle de uyuşturucu sorunu, son yirmi yılda şaşırtıcı bir şekilde artmış. Artık 10-11 yaşlarındaki çocuklar bile, uyuşturucu madde bağımlılığının tehditi altında. Çünkü narkotik tüccarları okullara kadar uzanabiliyor.

Tarım Bakanlığı danışmanı ve Haklar ve Özgürlükler Partisi üyesi Saliha Emin “bence bu geçiş sürecinin büyük sorunu” diyor. “Bu, demokrasiyi yanlış yorumlamaktan kaynaklanıyor. Demokrasiyi kaos sanıyor insanlar. Ama şöyle de düşünebiliriz: Bir insanı onlarca yıl karanlık bir odada kapalı tutuyorsunuz; güneş yüzü göstermyorsunuz . Sonra onu birden serbest bıraktığınız zaman neye uğradığını, ne yapacağını şaşırır. Bizde de öyle oldu.”

26.9.03

Sokaktakiler

Yoksul hayatlarında onlar için en değerli şey, güneş. En yakın dostları belki de kendileriyle kader birliği içinde gördükleri sokak köpekleri. Kimsenin tanıklık etmediği, etmek istemediği bir dünyayı paylaşıyorlar. Sokağı onlardan iyi tanıyan yok. Tiner şişeleri, sinyallik ceketler, evde bıraktıkları baba dayağı ve sokağın soğuğu…

"Sigarayı sigaraya ekliyor, neden onlardan biri olmadığımı soruyorum. Köpeğin teki otoyolda akan arabaların arasına dalıyor. Şaşkın şaşkın karşıya geçmeye uğraşıyor. Acı bir fren. Bu seferlik kurtuluyor. O köpek benim. Tineri, hapı bıçak gibi kestiysem de hayatın kenarında duruyorum. Saygın devlet memuru, bankada veznedar, sadık bir koca olamıyorum. Tineri süngermişçesine çeken etim düzgün sandalyeleri beğenmiyor. Dört duvar arası işler, deri koltuklar, beyaz örtüler ve saatinde yenen yemekler bizim mönüde sırıtıyor. Nikotin ve alyuvar yüzdelerim açık havada dengeleniyor. Yirmi üç yaşındayım ve ununu elemiş eleğini asmış teyzeler gibi köşeme çekilmişim. Babamı anılarla geri getirmeye uğraşıyorum. Yolda görsem tanır mıyım onu acaba? O oğlunu fark eder mi ya da? Sayesinde Sırat Köprüsünden inmediğim babama lanetler okuyorum. Tek başımayım, düşmemek için arabesklere tutunuyorum. “
("Jilet Sinan, Gönül Kıvılcım, Can Yay.)

İstismar edilen, şiddete maruz kalan, suç işlemeye zorlanan, kalabalık içinde yalnız, güvensiz, umutsuz, inançsız, geleceksiz çocukların hikayesi bu. Hayatı en acımasız yüzüyle tanımış, küçüklüğünü yaşayamadan yetişkinliğin en zalim yüzünü kuşanmış kayıp bir kuşağın hikayesi. Devamı -->

Bircan Ünver - ABD

Bircan Ünver 1959 Sivas doğumlu. Yedi kardeşi ile paylaştığı evde gerektiğince ders çalışamadığı ve iyi notlar alamadığı için liseyi bırakıp çalışmaya karar vermiş. Önce daktilo kursunu bitirmiş ve ardından bir bankada daktilograf olarak göreve başlamış. İş yaşamında kariyer yapmanın diploma sahibi olmakla mümkün olduğunu bilen Bircan Ünver, lise eğitimine geri dönmüş, tabii “dışardan bitirme” yoluya.

İki yıl sonra sıra, üniversiteye gelmiş. Marmara Üniversitesi Türk Sanatları Bölümü’nde okurken çeşitli yayın organlarında serbet muhabirlik yapan ve sanat yazıları yazan Bircan, bu kez de İngilizce’nin eksikliğini hissetmeye başlamış.

1989’da, hiç kimseyi tanımadan, sadece kendisine güvenerek Los Angeles’a gitmiş. Los Angeles’ın dağınık yerleşim yapısına uyum sağlayamayınca, bir yıl sonra New York’a taşınmış. Gönlündeki meslek olan televizyonculuk için ilk adımını da burada atmış. Queens Public TV’nin kurslarını bitirip çeşitli programlar yapmış.

Her türlü becerisini bir eğitim formasyonuna dayandırmak isteyen Bircan, televizyon programcılığını diploma ile desteklemek için New School’un master programına girmiş. Türkiye’de sanat tarihi okumasına ve bu dalın televizyonculukla doğrudan ilişkili olmamasına rağmen, dergilere yazdığı yazılar ve yerel TV kanalındaki deneyimleri, programa kabul edilmesini sağlamış.

Beş yıl içinde New York’ta iyi bir yere gelen Bircan Ünver, ülkesine dönmek ve Türk sanatçıları tanıtan tv programları hazırlamak istediyse de buna imkan bulamayıp, New York’taki yaşamının ikinci perdesini açmış. Burada "hayatımın projesi" dediği "light millennium" var.

Düşünce özgürlüğünün, sadece var olmakla, olumlu değişiklikler yaratmayabileceği fikrinden hareketle, özgürce ifade edilen fikirlerin bir araya gelip olumlu bir enerji üretmesi, insanlık için kalıcı değişiklikler yaratması amacıyla başlanmış bir proje "Işık Binyılı". Etkinliğini tüm dünya çapına yaygınlaştırmayı amaçlayan proje bir elektronik dergi olarak sunumda. Adresi www.lightmillennium.org

8.9.03

Güçlü Kızlar!

Bremen’de bu yıl ilk defa düzenlenen ve kızların teknik becerilerini ön plana çıkarmayı amaçlayan “Miss Technik Team Bremen 2003” yarışmasının galibi, Türk kızları oldu. Yarışmaya “Güçlü Kızlar” adıyla katılan Ayça Polat ve Yasemin Aktaş, el ve düşünce becerileri sayesinde 19 yarışmacı ekip arasında birinci olarak Bremen’de 2003’ün en başarılı teknik ekibi seçildiler.

Sınav üç aşamalıydı. Önce yazılı sınava giren yarışmacı ekipler, ikinci aşamada “ayna karşısında kendi resmini çizme” gibi el becerilerinde sınandılar. Son asama ise yaratıcı düşüncelerle videoda hazırlanmış reklam filmiydi. Tüm bu aşamaları başarıyla geçen Ayça ve Yasemin’in ödülü 100 euro ve sponsor firma Airbus’ın fabrikalarında gezi oldu.

5.8.03

Bilim dilinde Türkçe

Münih Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğrecisi Can Balioğlu, Türkçe’ye olan duyarlılığını, hazırladığı bir proje ile gösterdi. Çalımasının adı “Türkçe Bilim” projesi. Can, balisis.com/bilim adresinde bir web sayfası hazırladı ve burada bilgisayar ve internet ortamında kullanılan yabancı terimlere Türkçe karşılıklar önerilmesi için bir platform oluşturdu. “Bilim dallarında kullanılan yabancı terimlere herkesin dilediği gibi karşılık teklif edebileceği ve böylelikle bir yabancı terime en uygun Türkçe karşılığın seçilebileceği bir internet ortamı oluşturmak istedim. Umarım Türkçesine sahip çıkmak isteyen tüm bilinçli Türk gençlerine sesimizi duyurabiliriz.” diyor Can Balioğlu.

Konuşulan dil ile üretilen düşünce arasında bire-bir ilişki olduğunu anımsadığımızda, bilim dilimizin Türkçe olmasının önemi ortaya çıkıyor. Çünkü Türkçe’ye diğer dillerden ithal ettiğimiz sözcükler, dilimizin sözcük dağarcığı gelişimini durduruyor. Dil kodlamamız içinde yer almayan sözcüklerle düşünce üretmek, özgün düşünce üretememek anlamına geliyor bazen. Ayrıca bilimi yaygınlaştırmak, geliştirmek ve kamuoyuna mâl etmek açısından da önemli bilim dilinin Türkçe olması.

28.7.03

Türkiye'den...

Esat Akçilad

Esat Akçilad 1982 Kars doğumlu. Yaşam öyküsü, Kars’ın Çatak köyünde, yoksul bir ailenin yedinci çocuğu olarak başlıyor. Annesi o altısına basmadan ölüyor. Seyyar satıcılık yapan babası çocuklarına bakamadığından oğlu Esat’ı Bitlis 75.Yıl Çocuk Yuvası’na veriyor.

Esat Akçilad on bir yaşındayken, öğretmeninin yardımıyla üstün zekalı öğrencilerin alındığı Türk Eğitim Vakfı İnanç Türkeş Lisesi’ne giriyor. Bitlis’ten ayrılıyor ve Kocaeli 100.Yıl Yetiştirme Yurdu’na taşınıyor.

Yalnızca dersleriyle değil, tiyatro, sinema ve fotoğrafçılıkla da ilgileniyor. Lise 1’de okurken, bir ailenin miras yüzünden parçalanmasını konu edinin “Yarın İçin” adlı oyunu bir çok kez sahneye konuyor. İki kez fotoğraf sergisi açıyor ve “Boyacı” adlı bir de kısa film çekiyor. Film çekmesi kolay olmuyor elbet. Senaryosunu filme dönüştürmek için kapı kapı dolaşarak kamera arıyor. Bu yılın başında tamamlayabildiği filminde “Kadıköy’deki boyacı çocukların yoksulluğunu ve gelir adaletsizliği”ni anlatıyor. “Boyacı” Türkiye ve Fas’taki film festivallerinde gösterilecek. Esat, “sinemaya olan ilgim sürecek” diyor.

2000 yılında lise 2 nci sınıfı bitirmek üzereyken “Uluslalarası Kültürel Değişim Sistemi Programı” sınavlarını kazanan Esat Akçilad, İsveç’e gidiyor. İki yıllık eğitimin ardından, Türkiye’ye dönüyor ve üniversite eğitimi için Amerikan üniversitelerine yazıyor. Başvurduğu 11 Amerikan üniversitesinin dördünden olumlu yanıt geliyor. Seçimi, mezunları arasında Clinton ve Bush’un da olduğu Yale Üniversitesi oluyor. “Etik, Politik ve Ekonomik” bölümünü bursla okuyup sonra Türkiye’de politika yapacağım.” diyor, “Çünkü halkın içinde yetişen insanlar halka hizmet etmeli.”

Kars’ın Çatak köyünden Amerika’nın Yale Üniversitesi’ne uzanan yolda, Esat Akçilad yürüyor. Türkiye’nin yarını için.

Selim Aydın

Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden bu yıl mezun olan Selim Aydın, muayenehane açacağı günleri sabırsızlıkla beklerken, vakit ayırmak isteyip de yapamadığı şeylerin hasretini gidermeye çalışıyor.

Radikal Gazetesi’nin Yüksek Öğrenim Kurulu’na ilişkin hazırladığı bir yazı dizisi kapsamında röportaj veren Selim Aydın, geride bıraktığı eğitim hayatına bakarken şunları söyüyor: “ Aslında hayal kırıklığına uğradım. Okul dışında başka şeylere de zaman ayırmak istiyordum. Ama hem yoğun bir eğitim vardı, hem de klinik öncesi pratik işler. Gece ve gündüz birbirine karışıyor; okul eve taşınıyor. Sosyal hayatım pek olamadı. Üstelik diş hekimliği pahalı bir eğitim. Başka fakültelerdeki arkadaşlar harçlıklarını gezmeye ayırırken, biz eğitime harcadık.”

E, doktor olmak kolay değil tabii. Bununla birlikte Türkiye’de diş hekimliği fakülteleri her yıl 1000 yeni mezun veriyor ve her yıl 1000 yeni doktor rekabete katılıyor. Marmara Üniversitesi mezunu Selim Aydın’ın bu konuda bir önerisi var : “Bence dişi de kapsayan bir sağlık sigortası olmalı. Herkesin sigortası olursa, diş hekimleri de işsiz kalmaz, fiyatı düşürmez, dolayısıyla kaliteden ödün verilmez.” diyor.

Eren Yanık

Robert Kolej’de ikinci sınıf öğrencisi. İlkokul yıllarından liseye kadarki sınav dönemlerini anlatan bir kitap yayınladı. Adı, “Sınavcı”. Kitap, gördüğü ilgi nedeniyle ikinci baskısını yaparken, Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü’nce referans kaynak olarak gösterilecek denli başarılı bulundu. “Küçük hedef koyunca insanın içinden kazanmak gelmiyor” diyen Eren Yanık kolej sınavlarında Türkiye 14’üncüsü olmuş. Sıradaki hedefi, Amerika’nın en iyi iki üniversitesinden birine; Harvard ya da Princeton’a girmek.

“Sınavcı”yı yazma öyküsü arkadaşsız geçirdiği bir doğum günüyle başlıyor. Yaz tatiline denk geldiği için kimseyi davet edemediği bir doğum gününde, evde tek başına canı sıkılınca, oturup kitabın ilk satırlarını yazmaya başlamış. Sonradan okuldaki bir dönem ödevinde de otobiyografi yazmayı tercih etmiş. Yaşam öyküsünü anlattığı ödevi ile sınava girme halleri üzerine yazdıklarını birleştirince ortaya bu kitap çıkmış. Sınav gerginliği denen şey herkesin başında olduğu için, kitap ilk önce bu nedenle ilgi görüyor ve yazarı Eren Yanık’ın anlatım başarısı nedeniyle de en sonunda bir başvuru kaynağı haline geliyor. Çünkü kitapta yalnızca sınava giren öğrencinin sıkıntıları değil, ailesinin ve çevresindeki diğer insanların etkileyici rollerine de değiniliyor. Eren Yanık “Bunlar benim kendi doğrularım. Herkese hitap etmeyebilir. O yüzden kimseye “uygulayın” diyemem. Sadece anne-babalara bir önerim var: Çocuğa arkadaş gibi yaklaşmak uğruna yapay olmayın, rahat davranın, kendiniz gibi olun. Çok doğru biri, çok sıkıcı olabiliyor.” diyor. (Haber: Yiğit Karaahmet, Milliyet, 23.3.'03)



Avusturya'dan...

Esra Kılaf

Avusturya’da yaşayan Esra Kılaf “Viyana’da yaşayan Türk kadınlarındaki sağlık sorunları ve yeme tutumları” adlı çalışmasıyla bir yarışmada birincilik aldı. Söz konusu yarışma, Avusturya’nın 2. Cumhurbaşkanı Körner’in adına, gelecek vaad eden genç bilimcilere destek vermek için kurulmuş Theodor Körner Fonds Vakfı tarafından düzenlenmiş.

İstanbul Avusturya Kız Lisesi mezunu olan Esra Kılaf, Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünü bitirdikten sonra, Viyana Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış. Doktorasını da aynı üniversitede, İnsan Biyolojisi alanında tamamlamış. Yaptığı çalışmada, Türkiyeli kadınların, Viyana’ya yerleştikten hemen sonra kilo almaya başladıklarını saptayan ve bu konuda çok ciddi örneklerle karşılaştığını belirten Esra Kılaf, çalışmasının amacının sadece bilimsel değil aynı zamanda Türk kadınlarının hayat kalitesini yükseltmek olduğunu söylemiş.

Merve Gökçen

Bizim milli takım dünya üçüncüsü olunca nasıl sevindik, gurur duyduk anlatamam. Bazen maç için okuldaki Türk arkadaşlar dersi astı, hatta ber keresinde ben bile uydum onlara, halbuki hiç yapmam öyle şeyler. Her kazanışımızda herkes sınıfa büyük bir cümbüşle giriyordu, ne kadar komik oluyordu. Avrupa’daki Türkler için bunu anlamı daha büyük. Ben doğuştan cim-bom’u tutarım. Burdur’daki eniştem Fenerli’dir. Bu yüzden geçen yaz hep atıştık onunla. Acayip komik oluyordu. O “Fener!” diye bağırdıkça ben “Galata” diyordum. Hatta bir iddiamız var onunla, eğer ben diplomayı alırsam o Galatasaraylı olacak; yok alamazsam -Allah korusun!- ben aslanken kanaryaya döneceğim. “ (Programımıza yazdığı mektuptan)


Hollanda Amsterdam'dan...

Fatih Çetin Kaya

Hollanda Türk toplumunun 20’li ya?lar?n? süren üçüncü ku?a??ndaki gençlerden. 19 ya??nda. Hollanda’da do?up büyümü?. Ailesi 35 y?ld?r orda.

“Burada bankac?l?k ve sigortac?l?k e?itimi al?yorum. Hollanda’daki e?itim sisteminin de?i?ik oldu?unu da söylemem gerekiyor, çünkü orta ö?retime denk geliyor.

Kendimi Türkiye’ye daha yak?n hissediyorum. Bugüne kadar hiç ya?amad???m Türkiye’de ileride bir gün sürekli ya?amak isterim. Türkiye benim gözümde ailemin geldi?i ülke ya da tatil yap?lacak ülke de?il. Orada ba?ta hayat ?artlar? olmak üzere pek çok ?eyin daha zor oldu?unu biliyorum. Türkiye’deki bir Hollanda ?irketinde çal??may? hedefliyorum. Türkiye’ye dönmek için böyle bir garanti olmas? gerekiyor.

Türk kökenli bir aileden geldi?im için d??land???m? söyleyemem. Çünkü ?imdiye kadar okudu?um okullarda, s?n?f?mda “bir” tane Hollandal? oldu. Hollandal? insanlarla arkada?l?k yapma ?ans?m pek olmad?. Burada çok yabanc? ya??yor. Irkç?l???n olmad???n? söylemeliyim. Çünkü staja gitti?imde üst kadronun bile yabanc? kökenli oldu?unu gözlemledim. ?nsanlar?n yükselmesine engel yok. Bu ülkede herkese e?it davran?l?yor.

Burada insanlar bireysel ya??yorlar. Herkesin kendine ait sorunlar? var. Toplumun gelece?i hakk?nda bir yorum yapam?yorum bu yüzden. “

Elvan Aky?ld?z

25 ya??nda. Hollanda’ya 14 ya??nda giden Elvan, The New Amsterdam Tiyatro Okulu’nda sanat e?itimi alm??. Dizilerde ve çocuk programlar?nda oyunculuk yapm??. Ayr?ca televizyona “Surinaml?lar Türklerden Daha ?yidir.” adl? bir komedi program? haz?rlam??. Program?n amac?, kimsenin kimseden daha iyi olmad???n? göstermek ve ?rkç?l??? ele?tirmekmi?. Ayr?ca yine kendi yazd??? ve sahneledi?i “Hasan’?n Melekleri” adl? bir kabaresi var. Bunun konusu da ön yarg?lar, ?rkç?l?k, kad?n-erkek ili?kileri ve hayat?n zorluklar?. Hollanda’da mutlu bir Türk olarak ya?ad???n? söyleyen Elvan Aky?ld?z, “Kendimi Türkiye’ye daha yak?n hissediyorum.” diyor yine de.

“Bir gün Türkiye’de sürekli ya?amay? dü?ünüyorum. Bir seçim yapmam gerekti?ini biliyorum, ancak sürekli Türkiye’ye yönelik ya?amamam gerekti?ini de biliyorum. Aksi takdirde burada mutlu olamam. Türkiye’de insanlar?n ileti?im ve ili?kilerinin çok s?cak oldu?unu hat?rl?yorum. Güne?in gülen yüzünün insanlara da yans?d???n? dü?ünüyorum. Ama her ?eyin, pozitif yönleri kadar negatif yönleri de vard?r. Türkiye’de ekonomi ve politikada zorluklar oldu?unu dü?ünüyorum. Bazen ‘Ke?ke Türkiye’de her ?ey daha kolay olsayd?’ diye dü?ünüyorum. “

Türk kökenli bir aileden gelmesinin kendisine sorun kayna?? olmad???n? söylüyor Elvan. Kendinde her iki kültürün iyi taraflar?n? birle?tirmi?; Hollandal?lar?n organizasyon yetene?ini, Türklerin ise misafirperverli?ini. “Kendi mesle?im aç?s?ndan Hollanda’da bir Türk olmam avantaj bile yarat?yor. Ancak bazen de, ‘Hollandal? olsayd?m daha çok rol alabilirdim’ diye dü?ünüyorum.” diyor, 25 ya??ndaki Elvan Aky?ld?z.

Meral Bak?r

19 ya??nda. Babas? Hollanda’ya 21 y?l önce giden bir Türk, annesi ise Hollandal?. Kendisi de Hollanda’da do?mu?.

“Hem Hollanda hem Türk kökenli olmam aç?s?ndan iki ülkeye de yak?n oldu?umu hissediyorum. ?ki kültürün de kendine özgü güzelliklerini görüyorum. ?ki farkl? kültürü bir arada ya?amak geli?imimde avantaj yarat?yor.

Kültürler aras?ndaki farka bir örnek vermek gerekirse, Hollandal?lar ilk tan??t?klar? insana “0” notunu veriyorlar ve iyi bir ?eyler görürlerse bu notu yükseltiyorlar. Türkler ise tan??t??? insana hemen “10” veryor ve kötü ?eyler ya?and?kça bu notu indiriyor.

Türkiye’yi çok iyi tan?mad???mdan, ileride orada ya?amay? ?u ana kadar dü?ünmedim. E?itim ve i? hayat? aç?s?ndan Hollanda’y? tercih ederim. Türkiye denince akl?ma ilk gelenler ekonomik kriz ve i?sizlik oluyor. Hollanda bu aç?dan daha güvenli. F?rsat e?itli?i bak?m?ndan Hollandal? birisiyle e?it oldu?umu dü?ünüyorum. Hatta Türk kültürünü tan?mam benim için ayr?ca bir avantaj.

Okulda ve arkada?lar?mla ili?kilerde Türk oldu?um için ?u ana kadar herhangi bir zorlukla kar??la?mad?m. Son y?llarda Türkiye, Hollandal?lar aras?nda daha çok sevilmeye ba?lad?. Herhalde yeni gençlik eskilerin yaratt??? kötü imaj? de?i?tiriyor. “

Ekrem Can

6 ya??nda Hollanda’ya giden Ekrem, ?imdi 18 ya??nda.

“?u an pazarlamac?l?k ve ekonomi e?itimi al?yorum. Gerçe?i söylemek gerekirse, ben kendimi daha çok Hollandal? gibi hissediyorum. Bunun nedeni ise Türkiye’ye sadece y?lda bir kez gidiyor olmam?z. Orada da bizi yabanc? gibi görüyorlar ve öyle davran?yorlar. ?leride Türkiye’de ya?ay?p ya?amayaca??m? ?u ana kadar dü?ünmedim. ?lk önce Türkiye’deki krizin bitmesi ve i? ortam?n?n iyile?mesi gerekiyor. E?er Türkiye’ye geri dönersem bunun sebeplerinden biri, insan ili?kilerinin daha s?cak olmas?d?r. ?kincisi ise do?a güzelli?i. Türkiye benim gözümde ilk olarak turistik bir yer olarak canlan?yor.

Türkiye kökenli olmam genelde büyük bir probem yaratmad?. Bu, i? ya?am?nda da sorun yaratmaz. Burada bizden ba?ka, di?er ülkelerden gelen çok fazla insan var. Bizim arkada? grubumuz da bunlardan olu?uyor. Genelde Hollandal?larla pek arkada?l?k yapm?yorum. “

Figen Karada?

Hollanda do?umlu. 18 ya??nda.

“?u anda çal???yorum. Yak?nda meslek e?itimine ba?layaca??m. Hollanda ve Türkiye kökenli bir genç olarak kendimi Hollanda’ya daha yak?n hissediyorum. Burada do?up büyüdü?üm için Hollanda’y? daha çok seviyorum. Sürekli olarak Türkiye’de ya?amay? dü?ünmüyorum. Buras? e?itim ve i? aç?s?ndan daha fazla olanaklar sunuyor. Türkiye’yi de çok seviyorum ama sürekli kalmak için tercihim, Hollanda. Türkiye’ye y?lda bir kez gitti?im için çok iyi tan?m?yorum.

Türk kökenli bir aileden gelmek, Hollandal?larla ili?kilerde, okulda ve i? hayat?nda sorun yaratm?yor. Onlar?n beni d??lad???n? hiç görmedim. Ancak yine de Türk arkada?lar?m daha fazla. Çünkü Hollandal?lar kültürümüzü çok iyi anlayam?yorlar. ?ki kültürü de tan?mak avantaj yarat?yor. Burada ya?amak ve Türk kültürünü sürdürmek istiyorum. “

Özgür Aral

20 ya??nda. Güvenlik görevlisi olarak çal???yor.

“Türkiye’de do?dum ve 14 ya??nda buraya geldim. Türkiye’de ortaokul mezunuydum. Burda sadece Hollandaca e?itimi ald?m ve sonra i?e girmek zorunda kald?m. Güvenlik görevlisi olarak çal???yorum. ??im, metroda uyu?turucu kullananlar? bulup buradan ç?karmak. Yabanc? oldu?um için benimle alay edebiliyorlar. ??imde ilerlemem aç?s?ndan da yabanc? olmam sorun yaratabiliyor. Ke?ke Türkiye de Hollanda gibi olsa ve ben de orada ya?ayabilsem. Türkiye’de e?itimli de olsan torpilin olmadan hiçbir i?e giremiyorsun. En büyük hayalim bir gün Türkiye’ye dönüp rahatça orada ya?amak. ?u anda ise sadece turistik bir ülke olarak görünüyor. Bunun nedeni ?u anda hayat?m?n tümüyle Hollanda’da geçmesi. "


Evren Berghaut Yavuz

20 ya??nda. Güvenlik görevlisi olarak çal???yor.

“Burada do?dum. Annem Hollandal?, babam Türk. 3 ya??ndan 13 ya??na kadar Türkiye’de kald?m ve ortaokul 2.s?n?ftan sonra, buraya dönüp dil e?itimi ald?m. Kendimi Türkiye’ye daha yak?n hissediyorum. Türkiye’yi gerçek vatan?m olarak görüyorum, kendimi orada daha rahat ediyorum. Buraya hâlen çok al??amad?m. ?nsanlar?n uç noktalarda ya?amas?na al??amad?m. Her ?eyi s?n?rs?z ölçülerde ya??yorlar. Esas amac?m Türkiye’ye geri dönmek. Ancak hayat ?artlar?ndan ötürü bunu yapam?yorum. Türkiye’de ekonominin çok iyi olmad???n? biliyorum.

Hollanda’da yar?m Hollandal? yar?m Türk oldu?umdan dolay? çok d??lanmad?m. ?ki farkl? kültür içerisinde büyümek baz? avantajlar yarat?yor. Ancak tabii buna bazen ayak uyduramad???m da oluyor. Gelece?im için önüme ç?kacak f?rsatlarda e?itlik aç?s?ndan bir tak?m engellerin oldu?una inan?yorum. “

(Kaynak: Milliyet, 6.6.2002)







Almanya'dan...

Hüseyin Cengiz - Düsseldorf

Antalya doğumlu. Almanya’ya 1991’de gelmiş. Türkiye denince aklına ilk gelenler, “Türkiye’nin izin yapmak için iyi bir yer olduğu” ve “Galatasaray”! Hüseyin Cengiz’in arkadaşları daha çok Türk, İtalyan ve Yunanlılardan oluşuyormuş. “Arkadaşlıkta aradığım milliyet değil, dürüstlüktür.” diyor. Bu açıdan bütün kültürlere aynı mesafede duruyor gibi görünüyor.

Emra Nizamoğlu - Berlin

Gözleri ışıl ışıl. Kalbi sevgi dolu. Geleceğe iyimser yaklaşıyor. Herhalde bu sebeplerden, aynı zamanda, başarılı.
Emrâ Nizamoğlu: 1980 Berlin doğumlu. O da çocukluğunu Türkiye’de yaşayanlardan. 14 yaşına kadar anneannesi ile İzmir’de geçen günler... ve son 8 yıldır yine Berlin.

Bir dilin içine doğmak başka, o dili sonradan öğrenmek başka. İlk günler zor olmuş o yüzden. Dil sorunu ve Alman eğitim sistemine geç katılmak nedeniyle üniversiteye girme fırsatını yakalayamamış Emrâ. Fakat “meslek eğitimi” yoluna gitmiş, bunu tamamına erdirmiş ve 3 yıldır doktor yardımcısı olarak para kazanmaya başlamış bile. Mesleğini seviyor, “insanlara yardım etmek çok güzel” diyor.

Sevdiği bir başka şey, Türk Sanat Müziği. 1998’den beri Berlin Türk Müziği Konservatuarına solist olarak devam ediyor.
Ve sevgiyle bağlı olduklarından biri de, Türkiye. Gelecek tasarılarına mekan olan ülke.

“Emrâ Nizamoğlu’ndan şarkılar dinlediniz” İşte Emrâ’nın en büyük hayali, bu. Özlemlerini sadece hayal etmekle kalmayıp, onun için emek verenlerden. 1998’de ilk kurulduğu günlerden beri, Berlin Türk Müziği Konservatuarı’na devam ediyor. Ordaki dayanışma ruhunu ve sıcak atmosferi anlattığında, imgeleminizde amatör bir koro canlanıyor ama aslında adı üzerinde ciddi ve saygın bir eğitim kurumu burası. Berlin Türk Müziği Konservatuarı, Yüksek Sanat Okulu ile işbirliği halinde çalışıyor ve sanat okuluna girmek isteyenlerin yolu, önce buradan geçiyor. Emrâ’nın anlattığına göre, sanat okuluna dışardan girmek hayli zormuş. Fakat Türk Müziği Konservatuarı’nda üç yıl eğitim aldıktan sonra, bir sonraki aşama olan yüksek sanat okulunun kapısı daha kolay aralanıyormuş.

Fakat TRT amatör ses yarışması Avrupa Birincisi Emrâ Nizamoğlu, büyük bir olasılıkla Berlin Yüksek Sanat Okulu’nu değil, Türkiye’yi tercih edecek. İstediği, planladığı bu. Belki bir gün duyarız bu anonsu TRT Türkiye radyolarından: “Emrâ Nizamoğlu’ndan şarkılar dinlediniz.”

Samie Akın - Bochum

29 yaşındaki Saime Akın, Almanya’nýn ilk Türk kadın hâkimi unvanını aldı. Aşağı Saksonya Yüksek Mahkemesi’nde görev yapacak Saime Akın’la birlikte Yunan, Tacik, Rus ve Endonezya kökenli diğer hukukçulara da göreve atama belgesi veren Adalet Bakanı Pfefier’ın sözleri şöyle: “Burada bulunan hukukçuların bir kısmı Almanya doğumlu, bir kısmı tek kelime Almanca bilmeden ülkemize gelmiþler ve kısa zamanda Almanca öğrenerek başarılı bir hukuk eğitimi yapmışlardır. Bu iyiye işarettir ve aynı zamanda bu ülkeye gelmiş göçmenlere verilecek bir sinyaldir.”

Saime Akın görevine başladığından beri herkesin ilgisi onun üzerinde. Ailesi Nevşehirli, kendisiyse Wuppertal doğumlu. Bochum Hukuk Fakültesi’ni 100 üzerinden 90 not ortalaması ile bitirmiş Saime. Öğretmenleri ilkokuldan sonra gymnasium’a gitmesini önermişler ama ailesi “Türkçe dersi de var” diye realschule’ye göndermiş onu. Eğitimine devam edemeyecek öğrencilerin gittiği lise olan realschlue’de o kadar iyi notlar almış ki, gymnasuim’a geçmesi şart olmuş. Sonra da Hukuk Fakültesi. Avukatların her zaman müvekkilleri tarafında olması zorunluluğu Saime’nin adalet duygusuyla çelişmiş ve o da hakim olmaya karar vermiş. Şimdi emeline ulaşıktan sonra hayatını başka boyutlara taşıma olanağı bulmuş. “Yıllarca derslerden hiçbir şeye vakit bulamıyordum. Artık kendime daha fazla zaman ayırıyorum. Jimnastik yapıyorum, bisiklete biniyorum.” diyor.

Ekrem Doğu - Berlin

16 yaşında. "Türkiye deyince aklınıza gelen ilk üç şey nedir?" diye sorulduğunda “Beyşehir Gölü, camiler ve deniz” diyor. Gölün çocukluğuna ilişkin anılarında özel bir yeri olsa gerek. Berlin doğumlu ama memleketi olarak kabul ettiği yer, Konya. Yaklaşık bir ay süren Türkiye tatillerinde Almanya’da arkadaşları dışında, Berlin’in ünlü bir caddesi olan Kudam’ı, mağazaların vitrinlerine bakmayı, gezmeyi, alış-veriş etmeyi özlüyormuş. Bu yoğun özleyişte, Türkiye’deki yaşıtlarının kendisinden farklı olması bir sebep olabilirmiş ona göre. “Türk çocukların giyinişi bizden farklı, tavırları bizden farklı,pek bir şey konuşamıyoruz” diyor.

Ersin Yılmaz -Berlin

17 yaşında. Onun geleceğe ilişkin net bir düşüncesi yok henüz. “Günü geldiğinde düşüneceğim, zaten herkes son gün karar verir bu tür şeylere” diyor. Ersin, Türkiye’de kendisini pek iyi hissetmiyormuş. Çünkü Türkiye’deki yaşıtları hep derslerden konuşuyorlarmış, ona hiç uyum sağlamıyorlarmış. Oysa Ersin’in hareketli bir sosyal yaşamı var Berlin’de. Kreuzberg’deki Naunyn Ritze Gençlik Merkezi’nin müdavimlerinden.



25.7.03

Model Birleşmiş Milletler

Katılımcı, demokratik, araştıran, sorgulayan, yenilikçi öğrenciler yetiştirmek.

Birleşmiş Milletler Geliştirme Programı-UNDP çatısı altında dünyanın pek çok okulunda yerel ölçekte de kuruluyor bu klüpler. Bunlardan biri de İstanbul Özel Vehbi Koç Lisesi bünyesinde olanı.

Yaşları 15 ile 19 arasında değişen 40 lise öğrencisi, küçük bir birleşmiş milletler kurmuşlar okullarında. Çok ciddiler: Birleşmiş Milletler toplantılarında olduğu gibi diplomatik İngilizce kullanıyor ve resmi kıyafetler giyiyorlar. Her katılımcı, bir dünya ülkesini temsil ediyor.

Model Birlemiş Milletler’in genel sekreteri Murat Coşkun şöyle anlatıyor deneyimlerini: “İnsanlar arasındaki en önemli sorun, iletişim. Bu klüpte empatiyi ve objektif olmayı öğreniyoruz. Örneğin ben ilk konferansımda Ermenistan’ı temsil etmiştim. Toplantı sonunda Türkiye’nin karşı çıkacağı ama Ermenistan’ın destekleyeceği bir karar alındı, ben de bu karara katılmak durumunda kaldım. Ama olaylara onların açısından bakma şansını elde ettim. Bu, insanı olgunlaştırıyor. Onaylamasanız da, başka görüş açılarını anlamayı başarıyorsunuz.”

Komite başkanı Ayşegül Savaş da “Sorunlar Birleşmiş Milletler’de devletler tarafından ele alındığı için politika ön plana çıkıyor. Biz ise daha çok insani boyutlarıyla ele alıyoruz olayları.” diyor.

Bu yılki konferansın gündem maddesi elbette Irak Savaşı olmuş. Bunun dışında Mali’deki reformlar, Malari’deki kız çocukların eğitimi, Türkiye’nin üreme sağlığı ve mülteci sorunu gibi konular tartışılmış.

Çoğunlukla Birleşmiş Milletler’de aktif olarak görev almış yerli ve yabancı konukları davet eden öğrenciler, konuşmacının bulunmasından davet edilmesine; kalacakları yerden uçak biletinin ayarlanmasına kadar her işi kendileri yapıyorlar. Misafir edilen uzmanlar da deneyimli oldukları konularda gençleri yönlendiriyor ama doğru yanıtları asla vermiyorlar. Önemli olan, düşünerek-tartışarak-oylayarak çözümü gençlerin kendilerinin bulmaları.

Bu oluşumun en önemli niteliklerinden biri de, Vehbi Koç Lisesi’nde kurulan model birleşmiş milletler konferanslarında çıkan kararların, gerçek Birleşmiş Milletler’in ilgili komisyonlarına gönderilmesi.

Öte yandan, Harvard Üniversitesi tarafından düzenlenen ve dünyanın önde gelen üniversitelerinden delegelerin katıldığı “World Model United Nations” toplantısı bu yıl Almanya’nın Heilderberg kentinde gerçekleştiriliyor. Birleşmiş Milletler’in varsayımsal bir örneği olarak tasarlanmış ve en önemli özelliği, dünya gençlerini bir araya getirmesi. Toplantının ilginç bir özelliği de, her delegasyonun farklı bir ülkeyi temsil etmeleri. Türkiye’den katılan 11 kişilik Bilgi Üniversitesi öğrenci grubu da bu nedenle Danimarka’yı temsil ediyor. Üniversiteli gençlerin bir araya geldiği varsayımsal Birleşmiş Milletler Toplantısı bir hafta süreyle dünya gündemindeki konularla ilgili faaliyet gösterecek. Harvard Üniversitesi’nden bildirildiğine göre, 1000’i aşkın üniversite öğrencisi katılıyor bu toplantıya. (Mayıs 2003)


Mahşer-i Cümbüş - Türkiye

Tiyatroya bir spor gibi yaklaşan, klasik tiyatro temsillerinden çok farklı gösteriler yapan bu grubun adı Mahşer-i Cümbüş. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden bir grup yaratıcı öğrenci.
Kendileriyle yaptığımız söyleşiye geçmeden önce, tiyatro sporu demekle neyi anlatmaya çalışıyorlar, buna değinelim. Amerika ve Avrupa’da “tiyatro sporu” ya da “komedi sporu” gibi isimlerle örnekleri daha önce görülmüş bir tiyatro biçimi bu. Mahşer-i Cümbüş, Türkiye’deki ilk uygulamayı yapıyor. Bu tür gösteriler tiyatro salonlarında değil, bar-kafe gibi eğlence mekanlarında gerçekleştiriliyor. Önceden yazılmış bir metin olmuyor, temsil, doğaçlamaya dayanıyor. Doğaçlama, bir durumu, o anda, coşkusal olarak, içe doğduğu biçimde yansıtmak anlamında. Bu sözle de olabilir -ki buna eskiler irticâlen derler- temsille de. Mahşer-i Cümbüş’ün dünyadaki örneklerden farkı, geleneksel Türk tiyatrosu unsurlarından da yararlanması ve doğaçlama olanın içinde kurgusal olana da yer vermesi.

Tiyatroya zaman içinde pek çok işlev yüklenmiş. En çok da eğitim. Ortaçağ’da okuma-yazma bilmeyen insanlara İncil’i öğretmek işi, duvar resimlerinden sonra, tiyatroya düşmüş örneğin. Dram sanatı, aktardığı mesajların ağırlığı kadar önemsenmiş daha çok. Bu yüzden eğlendirme niteliği arka planda kalmış kimi zaman.

Klasik biçimiyle eskidiği; sinemaya-televizyona yenildiği kabul edilen tiyatroyu canlandırmak için başvurulan ilk yöntem, teknolojik olanakların seferber edildiği büyük bütçeli gösteriler oluyor. Bu yapımların içindeki eğlence unsuru, görkeme duyulan hayranlık biçiminde tezahür ediyor daha çok, bir tür tanıklığa dayanıyor. Tiyatro sporu gibi etkinliklerse, seyirciyi de içine alan interaktif yapısıyla, seyre değil katılıma; görsel beğeniye değil ortak üretimin hazzına dayanıyor. Diğer “metinli sanatlar” içinde tiyatroyu özgün kılan asal unsurları eğlendirerek üreten, mütevazı ama güçlü bir uygulama örneği tiyatro sporu.

Mahşer-i Cümbüş grubu Yiğit Arı, Zeynep Özyurt, Aydın Vanlı, Burak Satıbol, Koray Tarhan, Ayhan Taş, Ayça Işıldar, Erkan Uyanıksoy, Dilek Çelebi ve Erhan Kargın'dan oluşuyor. mahsercumbus@yahoo.com

İzci Sözü

Türkiye İzcilik Federasyonu’nu bağlı Boran İzci Grubu, Avrupa çapında bir yarışmada birinci oldu. “Sözünü tut, kendine ve çevrene karşı duyarlı ol” felsefesiyle katıldıkları “Genç-Aktif Vatandaşlar” yarışmasını kazanmalarını sağlayan, geliştirdikleri proje olmuş. Avrupa Konseyi’ne gençlerin yerel yönetimlerde söz sahibi olması için proje götüren Türk izciler, gençlerin yerel yaşama katılımı yönünde yapılacak her türlü çalışmaya Avrupa Birliği desteği sağlamayı başardı.

24.7.03

Eyüboğlu Lisesi'ne Expo 2002 Bilim Ödülü

Eyüboğlu Lisesi 9.sınıf öğrencileri tarafından hazırlanan bir web sitesi, Expo 2002 bilim yarışmasında altın madalya kazanmış. Antik Assos kazılarını yıllardır sürdüren Prof. Ümit Serdaroğlu liderliğinde hazırlanan siteye bir ödül de Kültür Bakanlığı tarafından “üstün hizmet madalyası” olarak verilmiş. Liseli gençler profesyonel kalitede bir üretim yapmışlar. Assos’la ilgili olarak merak edilen her soruya yanıt veren site, İngilizce hazırlanmış. Adresi, www.geocities.com/assosturkiye.

2025 Türkiyesi

"Avrupa'da Bahar Günü" etkinlikleri çerçevesinde önce AB ülkelerindeki öğrencilerle video-konferans tartışmaları yapan ve daha sonra bu kapsamda düzenlenen yarışmada, "2025 Türkiyesi"ni hazırladıkları web sayfasına yansıtan Üstüdar Batı Koleji öğrencileri Betül Alpsoy, Selin Özdemir, Metehan Akçeal, Şafak Güneş, Mehmet Erten, Cevdet Biçer, Nihan Akkoç, Ümit Erkim ve öretmenleri Meral Sürgeç ile Hüseyin Buğday Avrupa üçüncüsü oldular ve ödüllerini Avrupa Parlamentosu'nda düzenlenen bir törenle aldılar.

Üsküdar Batı Koleji öğrencilerinin 2025 Türkiye hayalleri şöyle:
"Artık AB dışı ülkelere eğitim yardımı yapıyoruz. "
"Küçük yaşta aldığımız eğitim sayesinde çevre sorunlarımız tamamen ortadan kalktı."
"Ordu, polis gibi kavramlar hayatımızdan çıktı."
"Aldığımız eğitim cehalet kavramını ortadan kaldırdı. Herkes, başkalarının haklarına ve yasalara saygılı. Çoğu yasa ve uygulama için halk oylamasına gidiliyor."
"Türkiye elindeki bor mineralleri sayesinde enerji sektöründe dünya lideri haline geldi. "
"İlaç-doktor kuyruğu gibi görüntüler, fotoğraf albümlerinde kaldı."
(Kaynak: Zeynel Lüle, Brüksel)

23.7.03

Cafe Down

Engelli gençlerin topluma "eşit haklarla" katılmaları yönünde bir ilk-örnek olan "Cafe Down Projesi", "Türkiye'nin En Başarılı On Genci" yarışmasında, "insanlığa ve gönüllü kuruluşlara hizmet" dalında birincilik aldı. Cafe Down da kasiyerlik yapan Bülent Biricik de tiyatro ve resim çalışmaları nedeniyle aynı yarışmada "özel ödül" aldı.

Çocuk gelişimi uzmanı Sercan Bozdemir, sosyal hizmet uzmanı Hasan Güneş ve Dr. Harika Alboğa'nın başlattığı Cafe Down projesi Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından hayata geçirildi.

On beş yaş ve üzerindeki eğitilebilir/öğretilebilir düzeyde bir grup gencin çalıştığı cafe Down, Ankara Kızılay'da.

15.7.03

Orfeon Oda Korosu

Türkiye’de şef Elnara Kerimova yönetiminde çalışan Orfeon Oda Korosu, ikinci kez Dünya Birincisi oldu (2002) Bu unvanı ilk olarak 1999 yılında İngiltere’de kazanan koro, bu yıl da tekrarladığı başarısıyla, dünyanın dört bir yanından davetler alıyor. Orfeon Oda Korosu, temmuz başında Kanada’nın Powell River kentinde 13 ülkeden 34 koronun katıldığı uluslararası yarışmada geniş repertuarı ve otantik kostümleriyle de büyük beğeni topladı. Türk ve dünya folkloründen örneklere yer verdiği programında, tüm konserlerinde istek alan, seyirci katılımya seslendirdiği “Walzing Matilda” parçasından sonra ayakta alkışlandı. Festival değerlendirme toplantısında, festival başkanı Don James, her konserinde üst düzey performans sergileyen Orfeon’un seyirciler ve diğer korolarla kurduğu sıcak ilişkilerle de Kanada ve Türkiye arasında bir köprü oluşturduğunu belirtti.

Ödülümü Haksızlıklara Karşı Çıkarak Aldım

Macaristan’da profesyonel oyuncuların rol aldığı bir filme, Macaristan Milli Kültürü Koruma Bakanlığı tarafından ödül verilmiş. Yönetmen 18 yaşındaki bir lise öğrencisi ve filmin konusu da öğretmenlerin derslerde yaptığı haksızlıklar.

Budapeşte’de bir lisede okuyan Zoltan Vamos, filmde tamamen gerçek olaylardan yola çıkmış. Örneğin beden eğitimi öğretmeninin, yüzme bilmediğini söyleyen bir öğrenciyi havuza girmeye zorlaması. Ya da Macarca öğretmeninin kekeme bir öğrenciye, Macarca dersinde kekelemeyi yasak etmesi. 18 yaşındaki Zoltan Vamos, bunların, uyarılması gereken haksızlıklar olduğunu düşününce, kollarını sıvamış, projesini hazırlamış, profesyonel sinema oyuncularını ikna etmiş, filmini çekmiş ve devletin bakanlığı da onu ödüllendirmiş.

Bilkentli'ler Varoşta

Bilkent Üniversitesi’nden üç öğrenci Ankara’nın dış mahallelerinde yaşayan çocuklara yeni bir hayatın kapılarını açtı. Kendileri bilgisayarla büyüyen üç genç; Şeref İşler, Aras Bilgen ve Ali Kayaarslan bilgisayara dokunmamış çocukları bu sihirli kutuyla tanıştırmış. Yeni bir dünyayla tanışan yalnızca varoşlarda yaşayan çocuklar olmamış, Bilkentli öğrenciler için de aynı şey geçerliymiş. Şeref İşler “Biz herkese göre şımarık çocuktuk ama benim öğretme hevesim hep vardı, başkasına yol göstermeyi başardım, ben artık öğretmen olabilirim.” diyor. “Onlar da bizim gibi. Farkı yaratan başkaları.” diyen Aras Bilgen hayatında aldığı en güzel dersi şöyle anlatıyor: “Önce bizi garipseyen çocuklar, sonra, her şeylerini paylaşmaya başladı. Onlara bilgisayardan başka, eğitim, sağlık, çevre, hayat gibi şeylerden söz ettim. Anlattıkça kendime daha çok güvendim. Biliyorum ki bilgisayara her dokunuşlarında bizi hatırlayacaklar. Benim onlarca öğrencim var; neden öğretmen olmayayım!” Ali Kayaarslan da diğer iki arkadaşı gibi yaşadığı deneyimin öğretmenliğin ilk adımı olabileceğini düşünüyor. “Tıklamanın nasıl yapılacağını öğretirken bir ara yaşadığım tahammülsüzlük, hayatımın tahamülü oldu aslında” diyor.

"Gelecek hangi meslekte?"

Bahar Acımış, 23 yaşında ve ODTÜ öğrencisi. Elif İmir, 24 yaşında, üniversite mezunu ve iş arıyor. Selim Buzlu ise 27 yaşında ve bir kafe işletiyor. “Sizce gelecek hangi meslekte?” sorusunu “Ben geleceği, bilimde görüyorum.“ diye yanıtlıyor Bahar. Aynı soruya Elif’in verdiği yanıt ise, “Geleceğin bilimde olduğunu söylemeyi çok isterdim ama maalesef arabesk kültürü öylesine yayıldı ki, bir sıralama yapsak, bilimcilik en sonuncu sırada yer alır” şeklinde. Selim ise, -herhalde kişisel olarak ilgi duyduğundan olsa gerek- geleceğin oyunculuk mesleğinde olabileceğini söylüyor. “Eğlenceli ve maddi açıdan tatmin edici” bulduğu için. Tabii Türkiye’de televizyon oyunculuğu ile sahne oyunculuğunu aynı kefede görmemek gerekiyor.

İkinci soru “ülkemize ve kendinize dair gelecekle ilgili en büyük endişeniz nedir?”. Bahar Acımış, “ülke için en büyük endişem tabii ki ekonomisi ve yönetimi. Her alanda daha dürüst ve duyarlı insanlara ihtiyacımızı var. Kendime dair ise bir endişem yok; daha çok gencim.” diyor. Elif’in yanıtı ise şöyle; “İşsizliğin daha büyük boyutlara ulaşması. Kurumsallaşmış şirketlerden krizle birlikte çıkartılan yüzlerce kalifiye elemanın işsiz kalması ve üniversitelerden yeni mezun bizlerin kendi dallarında iş bulamaması endişelendiriyor beni.” Selim de “ülke için en büyük endişem krizin daha da kötüleşmesi olabilir. Kendimle ilgili olarak ise.. ben kendimle barışık bir insanım, çok büyük bir endişem yok kendime dair. Problemler aşılır diye düşünüyorum” diyor.

Üçüncü soru “geleceğinizi nerede görüyorsunuz, Türkiye’de mi, yurt dışında mı?”
Bahar Acımış: “Türkiye’den başka bir ülkede insanlara “günaydın” diyerek mutlu olabileceğimi sanmıyorum. Her şeyden önemlisi Türkiye için çalışıyor olmanın hazzına inanıyorum.”
Elif İmir: “Yurt dışında bir gelecek kurma fikri pek sıcak gelmiyor. Türkiye’de çalışmayı düşünüyorum.”
Selim Buzlu: “Avrupa’nın bir çok ülkesinde euro’dan sonra çöküş yaşanıyor. Bence gurbetçilerin büyük çoğunluğu 2-3 sene içinde kesin dönüş yapacak. Ama tabii yine de ekmek neredeyse benim geleceğim oradadır.”

Ayça Aklar, Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi Bölümü öğrencisi. 22 yaşında. Geleceği bilimde görüyor. “İnsanın genetik şifresi çözülecek ve böylece bir çok hastalığa çare bulunacak. Bunu yapacak olan da bilimciler. Benim de idealim akademik kariyer. Burada fizik tedavi doktorları ile fizyoterapistler arasında çatışma var. O yüzden yurt dışına gitmeyi düşünüyorum. Beyin göçünden ötürü ülkenin geleceğini de çok parlak görmüyorum.”

Lise öğrencisi Tuğba Er ise “bilim insanı olmak çok çaba ister, o kadar sıkıya gelemem. Bana göre gelecek vaad eden meslek oyunculuk.” diyor. Kendisinin hayalindeki meslek ise müzik öğretmenliği. “Yurt dışına gitsem bile Türkiye’ye mutlaka dönerim.” diyor.

Yönetici asistanı olarak çalışan 23 yaşındaki Tuğçe Öngelen “Mesleğinde iyi olduktan sonra hepsi gelecek vaad edebilir” görüşünde. Endişesi ise, yolun sonunu görememek.

Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde viyolonsel eğitimi alan Nazlı Sarı’ya göre ise gelecek, mankenlikte! “Çünkü insanlar giyim kuşama çok önem veriyorlar.” diyor. Çevresindeki insanları çok bencil bulan Nazlı, “yurt dışında böyle değil bu, herkes birbirine saygılı orda. Kurallar da bu nedenle iyi işliyor. Burada ise saygı eksikliğinden ötürü hiç bir kural işlemiyor.” diyor. Aynı üniversiteden İsmail Dindar ise parlayan mesleğin oyunculuk olduğunu düşünüyor. “Çünkü insanlar gittikçe kendi benliklerinden kopuyorlar ve başka hikayelere dalmaya daha meraklı hale geliyorlar.” Türkiye’ye dair endişesi ise değer yargılarına ilişkin. “Bir çok sığ düşüncenin nesilden nesile geçerek kendini tekrar etmesi, bana umutsuzluk veriyor. Geleceği geçmişle kurmaya çalışıyoruz. “
(Kaynak Ankara Magazin Dergisi)